BASINA VE KAMUOYUNA
 
 
 
 
 
 

BASINA VE KAMUOYUNA

12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan genel seçimden sonrasında önemli sosyal, siyasal ve hukuksal sorunların çözülmesi yönünde toplumda beklentiler mevcuttur. Kısmi değişikliklere rağmen bir darbe anayasası olan ve toplumun benimsemediği 1982 anayasası kökten değiştirilerek bu beklentilerin karşılanması gerektiğinden toplumun tamamında fikir birliği ve beklentiler vardır. Toplumun temel yaklaşımı ötekileşmeyi ortadan kaldıran, farklılıkları doğal hali ile kabullenen, bu farklılıkların yaşamlarını idame ettirmesi için devletin sorumluluğunda olduğunu kabul eden, etnik, dini veya siyasal kimliklere bu açıdan eşit mesafede duran, bir özgür anayasal düzene geçişle olacaktır. Bu umut beklentisi; hemen hemen yaşamın her alanında kendini gösteren; başörtüsü engellemesi, Alevilerin istemlerinden oluşan inanç ve ibadet hürriyeti, kürlerin kimlik ve anadilde eğitim taleplerinin ihtiyaçlarına da cevap verilmesini gerektirir.

İşte bu yüksek beklentilerle girilen seçim atmosferinde, takvim ilerledikçe endişeli durumlar yaşanmaya başlandığı siyaset bilimciler ve aydınlar tarafından vurgulanmaya başlandı. Değişim umutlarının 13 Hazirana taşınabilmesi için başta siyasal partiler olmak üzere dengelere etki eden sorumluluk sahibi tüm aktörlere, toplumun kaderini ellerinde taşıdıklarını hatırlatmak istiyoruz. Şüphesiz ki siyasi parti temsilcilerinin program ve hedeflerine uygun söylem ve eylemlerde bulunması, hatta bunu aşacak biçimde politik duruşlar sergileyerek, hedef kitlesini genişletmeye veya motive ederek başka partilere yönelimlerini engellemeye, heyecanlarını diri tutmaya yönelik, normal zamanda aşırı sayılabilecek kısmen ajitatif sayılabilecek argümanları kullanması seçim öncesinde anlaşılabilir bir durumdur.

Ancak bu söylemlerin seçimlerden beklenen çözüm umutlarının körelmesine, seçim sonrasında olası arayışlara engel olacak derecede toplumu mobilize etmesine ve bireylerde değişime direnç oluşturacak şekilde zihinsel karmaşaya meydan vermemesi gerekir. Dialogtan uzak çatışmacı söylemlerin ve bunlara kaynaklık eden şiddet kültürü, dönem içerisinde KCK operasyonları, gözaltı ve tutuklamalar, YSK’ nın bağımsız adaylara ilişkin almış olduğu karar ve sonrasında bölgemizde TSK tarafından yapılan operasyonlar Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözümü konusundaki beklentileri ortadan kaldırabilecek niteliktedir.

Kürt Meselesinin asayiş ve güvenlik meselesi olmadığı, sorunun öncelikle kimlik sorunu olduğu, bundan ötürü siyasal, kültürel, sosyal birçok unsuru içinde barındırdığı görülmelidir. Sorunu sadece güvenlik eksenli olarak algılayan anlayışın geliştirdiği dil, toplumu ayrıştırmakta ve kamplaşmalara neden olmaktadır. Kürt sorunun çözümü ve toplumun yeni anayasa ile ilgili tüm beklentilerini, umutlarını yitirmemesi için silahların susması gerekir. Türkiye’nin demokratik ve özgürlükçü bir anayasa umuduyla hazırlandığı seçimler öncesinde yaşanan operasyonların da, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun barışçıl çözümünde önemli bir engel oluşturduğunu düşünmekteyiz. 

Bu bakımdan bölgemizde ve ülke genelinde tansiyonun düşürülmesi için şiddete başvuran tüm kesimlere itidal çağrısında bulunuyoruz. Bunun için de tüm siyasi partilere ve bağımsız adaylara veya temsilcilerine yönelik olarak nerden gelirse gelsin her türlü yıldırma ve engelleme faaliyetini insanlar için temel bir hak olan, seçme ve seçilme haklarına yönelik bir girişim olarak değerlendiriyoruz. Ayrıca bölgemizde aynı düşünceye mensup olmayan derneklere yönelik taşlı eylemlerin doğuracağı kardeş kavgasına ve olası jitem gibi derin yapılanmaların bu yaraları kaşımasının bölgede yaratacağı travmaya bir kez daha dikkat çekiyor ve bu tür girişimlerin düşünce ve örgütlenme hakkına yönelik saldırı olduğunu ve çok sesliliğe saygı ilkesine aykırı olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

Basına ve Kamuoyuna saygı ile duyurulur.